Tuesday, June 17, 2014

Insan denize kosan sular gibi aktigini unutmadan yasayacak...

"İnsan denize koşan sular gibi aktığını unutmadan yaşayacak..."
                                                                                          Anne cafe
 Unutmuşum!
Sen değilsen de eski defterlerim şahittir içimde akıp duran küçük nehre.
Başımı nasıl da taşlara vurduğuma... Her bir kayada darmadağın olup damla damla kendimi bulup, nasıl aktığıma...
Binbir köpük, ses ve neşeyle şırıl şırıl günlerime inat ; bulanık, karanlık ve umutsuz birikintilerime...
Her halükarda toparlanıp o büyük, engin deryanin hayaliyle yeniden yola koyulusuma...
Yol kenarında açan her bir papatyanın, küçük beyaz kır çiçeklerinin beni nasıl heyecanlandırıp hayran bırakışına...
Ah o sabahlar! Binbir umut, binbir hayalle düşülen yollar!
Sonra yorgun , suskun ama bir o kadar mütevekkil dualarla örülü geceler.
Ne de çok özlüyorum sizi. Yastığıma başımı koyup halimi, hayalimi yine O'na savurduğum geceler...
Unutmuşum!
Nereye, nasıl, kime aktığımı, kim olduğumu...
Hadi küçük ırmak duyur yine sesini yüreğime, geceme , gündüzüme, duama, düşüme...


Saturday, April 19, 2014

Bu Şarkı Hiç Bitmesin!




Bu şarkıyı dinlerken uzaklar yakın oluyor. Bir kuş misali ruhum, önünde uzanan mavi enginliğe kanat vuruyor. Bir umut, bir heves nasıl da çırpınıyor. Küçücük kalbi süracıkta çatlayıverecek sanki. Sonra bir an tıkanıyor, kanatlarını kaldıracak dahi gücü bulamıyor kendinde. Önündeki uçsuz bucaksız boşluk o kadar anlamsızlaşıyor ki. Renkler kayboluyor, hatta gittikçe koyulaşıyor. Ne yöne, ne kadar ilerlediğini dahi kestiremiyor. Artık takadi kalmamış kanatlarını tam indirecekken incecik bir nağme, bir ışık tulu beliriyor uzaktan.



Hadi diyor minik yüreğine, ha gayret! Sonra iplik iplik çözülüyor gece. Turuncunun binbir tonuyla boydan boya gök, sonunda gün sarısına kavuşuyor. Bir kuvvet, can geliyor, yeniden yeniden kanat vuruyor maviliklere. Hem bu sefer göğün rengi daha da güzel, daha bi parlak. Bilse de bu sonsuz mavilik hiç bitmeyecek, bir umut kanat çırpmaya devam ediyor.

Değil mi ki sonunda kavuşmak var Yar’e...

Tuesday, February 4, 2014

Bekle Beni Yar İstanbul




Hani durur ya zaman,
Hani kelam susar, sükut konuşur.
Rüzgar içini titretir ya insanın.
Hani vakit gece yarısını geçer,
Gece yolcularını alıp götürür ya kendi şehrine,
Yıldızlar serpiştirdiği kendi kaldırımlarına…

İşte o an, karşımda o.
Yar, yaren, hayal, umut.
Yıldız bazen çok ama çok uzak,
Bir inci tanesi gözbebeğimde sakladığım.
Bazen bir ah alevden, dua gönülden
Serzeniş taa derinden.

O işte, yar İstanbul.
Bu kez hayallerimde değil
Bu sefer içimde bir kor değil,
Yakmıyor.

Üşüyorum…
Bir rüzgar
Esip geçiyor alevlerin üstünden.
Küllerini savuruyor yangın yerlerinin.
Küller gidiyor ardında güller bırakıp.

Oysa ben biliyorum.
Gülün ömrü az olur.
Bu hayal içre hayal, düşte düş,
Bitecek bir gün bu mahzun gülüş.

Her gece rüyalarımda adımlayacağım
Islak kaldırımlarını.
Bilmediğim sokaklara dalıp,
Avare dolanacağım.
Ve her adımda
Daha bir sen olacağım.

Her sabah ince bir sızıyla açacağım gözlerimi,
Ansızın, gün ortasında,
Ya da bir aksam alacasında,
Hasretin yoklayacak içimi.
Sılada gurbet neymiş yeniden tadacak yüreğim.
Bir garip, bir yabancı gibi dolaşacağım.
Memleketimin bildik sokaklarında.

Yeniden sorular sormaya başlayacağım.
Aynı cevapları almaktan korkup susacağım.
Ya hayır konuş ya sus diyenin hatrına,
Tüm umutsuz, ışıksız cümlelerimi
Haliç’in karanlık sularına bırakacağım.
Ve adını hala bilmediğim o sokakta,
O kimsesiz caminin avlusunda,
Sarıklı bir mezar taşının dibine
Gömeceğim,
Tüm keşkelerimi.

Ah İstanbul!
Kays’ın Leylasısın şimdi uzaklarda.
Özledikçe, istedikçe, bekledikçe,
Kaçan nazlı bir yarsın.
Hem sevmekten korkuyorum,
Hem için için yanıyorum.

Ve sen nazlı yarim,
Ben yandıkça sen kayıyorsun,
Ellerimden, düşlerimden.

Yine bahar geldi bak!
Bu kaçıncısı sensiz geçen?
Yok mu bana da
Mermer sütunlu mabedlerinde
Bir secdelik yerin?
Yok mu avlularındaki
Güvercinler kadar değerim?

Keşke bir martı olsam da,
Çığlık çığlık kanat çırpsam
Nazlı sularında.
Bir kandil olsam,
Işıl ışıl mahyalarında.
Yahut yaşlı çınar Eyup Sultan’da…

Bekle beni şehr-i yarim.
Bir gün…
En parlak yıldızlarını devşirip,
Kara gecelerinden memleketimin,
Geleceğim sana.

Bir seher vakti,
Herkes uykudayken henüz,
Rüyalarıma sarıp sarmaladığım
Hatıralarımı, alıp yanıma
Geleceğim.

Belki yorgun bir Eylül akşamında
Ellerimde bir deste kuru yaprak…
Her biri sensiz bir sonbahar hatırası,
Gözlerimde sönmeye yüz tutmuş
Bahar hülyası,
Geleceğim…

Güneş, ardında kızıl bir gülşen
Veda ederken yedi tepeye,
İçli bir ezanla çınlarken kubbeler,
Rengi kaçmış hayallerimi,
Yarım kalan düşlerimi,
Ve hiç eskitmediğim ümidimi
Alıp geleceğim.

Bekle beni sen İstanbul!

Friday, January 31, 2014

Vira Bismillah...

  
"Ol" diyenin adıyla,
"olmak" umuduyla başladım yazmaya. Söz uçar , yazı  kalır. Yazı vefalı bir dosttur. Unutmaz, unutturmaz.
Ne zaman çevirsen sayfayı orda bekler bulursun, acısıyla, tatlısıyla.. Lakin her şey gibi yazmak da O'nun için oldukça güzel, değerli. Zaten hayatın bir gölgesi değil mi sayfalara düşen. Öyleyse hayat O'nun için. Can da , canan da O'nun için...
Ya Rab! Yolundan rızandan ayırma! Yüreklerimizi bu yolda daim ve kaim eyle!